kitaplık

Yazar olacakmışmış :)

Kitapsever bir aileyiz. Bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. Zamanında kitap çıkarmışlığım da var bilen bilir.. (bakınız ; https://loveandsmile.wordpress.com/2010/11/13/kitabim-hayalim )

Kubilay okumayı rahatça öğrendi. Ne zorladık ne ısrar ettik biz daha üstüne eğilmeden öğreniverdi.. Ara ara kendi kendine kitap okumasına mest oluyorum.

Geçen gün ” Küçülme Oyunu ” kitabının yazarı okullarına gelmiş. Feyza Hepçilingirler. Çok mutlu olmuş Kubilay. Kitabı da sevmişti zaten yazarıyla da tanışınca etkilendi tabi. Ben de yazar olucam büyüyünce dedi 🙂 Zaten okuma yazma bilmezken resimlerle etiketlerle mini kitaplar hazırlardı..şimdi de yazarak hazırlıyor. Bazen instagram hesabıma da ekliyorum bu komik kitaplarını. Umarım ileri yaşlarında da okuma yazmaya düşkünlüğü sürer.

şundan bundan

Oyun her yerde…

Neden Oyunları Seviyoruz?

Çocukluk döneminden söz etmiyorum, yetişkinler olarak neden hala oyun oynamayı çok sevdiğimizi bilen var mı? Bu konuda elbette sayısız araştırma yapıldı ve halen yapılıyor. Bu araştırmalar gösteriyor ki oyunları çok sevmemizin arkasında hissettirdiği önemli duygular var. Bunlardan ilki “başarı elde etme güdüsü” olurken bir diğeri de “sosyalleşme ihtiyacı” şeklinde karşımıza çıkıyor. Nedeni ne olursa olsun bilgisayar oyunlarının yaşattığı haz, hayatta çok az şeyde yakalanabiliyor.

Kubilayla sinemaya gittiğimizde sinema girişindeki oyun konsollarına takılıyoruz. Kubilay deli oluyor onlara. Evde tablet yok. 8 yaşına söz verdik. Araba, motor yarışları çok seviyor. Baba zaten dünden razı eve playstation alsak 🙂 Gerçi sıra kavgasından korkuyorum:)

Çünkü  PlayStation oyunları bilgisayar oyunu dendiğinde ilk akla gelen şey. Daha önce hiç PS oyunlarını denemeyen var mı? O grafikler, çizimleri aksiyon ve hassas kontrol pek çok farklı bilgisayar oyununu geride bırakıyor. Haliyle oyun oynamanın yaşattığı duygular da had safhaya çıkıyor. Çünkü PS oyunlarında başarı elde etmek zor ve bunu yakaladığınızda oyundan alınan haz da ikiye katlanıyor. Hastaları tutkunları var büyük küçük.

Oyun Oynamak Kendine Zaman Ayırmaktır!

Siz ne düşünüyorsunuz, bilmiyorum ama oyun oynamaya karşı değilim yeter ki tadında bırakılsın 🙂 Bilgisayar oyunları aslında kişinin kendine zaman ayırmasıdır. Hayatın her daim zorunlulukları, sorumlulukları ile zaman geçirecek değiliz. Eğlenmeye de zaman ayırmalıyız ve aslında eğlenmeyi bir ihtiyaç olarak görmeliyiz. Bunun en konforlu yolu yeni bir PS oyunu temin etmek! evde rahat rahat… Uykunuz kaçtığında, stresli bir gün geçirdiğinizde, yalnız zaman geçirmeye ihtiyaç duyduğunuzda en büyük yardımcınız PlayStation oyunları olabilir belki de…

Eğlence ihtiyacınızı evde rahatlıkla karşılamanızı sağlayacak olan bu maceraya neden kayıtsız kalalım ki? Elbette oyun oynamanın keyfinden kendimizi mahrum bırakmak istemeyiz.

“Katılıyorum” Diyenlere Küçük Bir Tüyo!

Eğer böyle düşünüyorsanız, kısa bir süre önce yaptığım bir araştırmanın sonucunu aktarayım. Yeni bir PS oyunu almak isterseniz fiyat araştırmasıyla hiç zaman kaybetmeyin. Çünkü MediaMarkt internet sitesinde PS4 fiyatları çok uygun! Ayrıca oyunun tüm teknik özelliklerine dair detaylı bilgi de bulabilirsiniz. Gayet makul olan fiyattan sizin de faydalanmanızı isteriz. Zaten Mediamarkt her yerde.

Uyarıyorum ! Fiyat çok uygun olunca MediaMarkt internet sitesinde satışa sunulan ürünler çok kısa sürede tükeniyor. Eğer uygun fiyat fırsatını kaçırmak istemiyorsanız acele etmeniz gerektiği bilgisini de ekleyeyim. Malum, PS oyunlarının meraklısı çok fazla… Eğer geç kalırsanız “ürün tükendi” uyarısını görebilir ve üzülebilirsiniz 😛 🙂

 

izledimler, şundan bundan

Film fırtınası…

İzlediğim filmlerden kısa kısa bahsetmek isterim.

” Birthmarked ” ilginç bir film. Ebeveynlik, çocuk yetiştirme konusuna ilgi duyuyorsanız izleyin derim. İki bilim insanı 3 çocuk yetiştiriyor fakat emelleri başka…başka ama bu kadar basit değil çocukları kobay yapmak…

” Dead in a Week : Or Your Money Back  ”  Ölmeye karar veren ve defalarca deneyen bunu da başaramayan genç evladımız sonunda kendini öldürtmek için bir kiralık katil tutuyor. Katille anlaşma anları çok keyifli 🙂 Fakat işler umulduğu gibi gitmiyor… Farklı bir komedi…

” The Back-Up Plan ” bir Jennifer Lopez filmi. Severim hatunu ve bazı şarkılarını. Konusu da ilgimi çekince izlemek kaçınılmazdı. Tatlı bir aşk filmi. Annelik arzusuyla yanıp tutuşan Jennifer fıstığı artık ümidi kesiyor aşktan ve kendine sperm yükletiyor 🙂 benim tabirim bu 🙂 🙂  veeeeee gerisini merak ediyorsanız izleyin. Ben keyifle izledim..

” Book Club ” Yaşları ilerlemiş 4 yakın arkadaş her ay bir kitap seçer okurlar ve üzerine sohbet ederler. Bu sefer seçtikleri kitap erotiktir. Şu ünlü ” Grinin Elli Tonu ” kitabı 🙂 Ve bu kitapla maceralar başlar .. Eğlenceli bir kadın filmi 🙂 Gençliğimin Don Johnson ını da filmde görmek hoş oldu..

” Little Miss Sunshine ” filmi eski bir film. 2007 filmi. Epeydir izlemeye niyetlendiğim ama bir türlü izleyemediğim. Nihayet izledim. Şeker bir film. Filmin en şekeri tabi ki küçük tatlı kız.. Hele de ağladığı sahne yok mu.. naif bir aile filmi. yer yer hüzünlü..yer yer komik.

 

 

 

kitaplık

Şımarık Çocuk Bir Şehir Efsanesi

Alfie Kohn’ un kitabı ” Şımarık Çocuk Bir Şehir Efsanesi’ ni bitireli günler oldu fakat bloğa yazmak bir türlü kısmet olmadı. Ağır ağır okuduğum bu kitapta çocuk yetiştirmedeki tutumlarla ilgili fazlasıyla araştırmalara, makalelere değinilmiş. Helikopter ebeveynlik konusu özellikle.. Ödüllendirme, ceza, övgü motivasyon, özsaygı konusu da çok detaylı işlenmiş. Türlü türlü deneyler, çalışmalardan ve hipotezlerden bahsediliyor. Yani akademik bir kitap. Eğitim bilimine ilgi duymuyorsanız ağır gelebilir içeriği, dili.

Şimdi alıntılarımı paylaşmak isterim sizlerle… eğer bloğuma mailinizle kayıtlıysanız ( sağda kayıt yeri var 🙂 kayıt olursanız yeni yazılarımı mailinize haber verecek ) yorum bırakın mail adresinize bu kitabın pdf  halini gönderebilirim ilgileniyorsanız.

— Resim halindeki alıntıların üzerine tıklarsanız okunaklı halini görebilirsiniz.

* * * * *

Şöyle düşünelim: Eğer ebeveynlerin okul ödevlerine fazla karışıp

karışmadığını sorguluyorsak, ödevin yapmaya değer olup

olmadığını (hatta okulda zaten saatler geçirmiş çocuğun evde

neden ikinci vardiyaya başladığını) sorgulamıyoruz demektir.

Eğer çocukları çok kolay veya sık övüp övmediğimizi irdeliyorsak,

övgünün kontrolcü niteliğinden ötürü mahzurlu olup olmadığına

değinmiyoruz demektir.

* * * *

Freud’un ve diğer derinlik psikologlarının yazılarını hiç okumamış

kişiler dahi bilir ki, sürekli atıp tutan ve böbürlenen, başarılarını

anlatan veya pahalı giysi ve takılarını göstermeye çalışan,

herkesten çok daha iyi olduğunu söyleyip duran insanlar, aslında

hiç de etkileyici olmadıklarına dair derinlerde hissettikleri kuşkuyu

susturmaya çalışıyor olabilirler. Rekabetçi birini incelerken

kişiliğinin yüzeyini biraz kazıdığınızda baskın bir özgüvensizlikle

ve kendinden kuşku duyma eğilimiyle karşılamanız gayet

olasıdır. Aynı şey narsistler için de geçerlidir: “Görkemli kişiler

olduklarına inanırlar ( . . . ) ama savunmasızlık ve kırılganlık belirtileri

deneyimlerler; kendilerinden kuşku duymaktadırlar.”19

Saldırgan bireyler için de benzer şeyler söylenebilir

* * * *

Bence ebeveyn olarak üstesinden gelmemiz gereken en büyük

zorluk direnç göstermeyen çocuk tercihimizi bir kenara bırakmak

ve kısa vadeli başarıyı bir ölçüt olmaktan çıkarmaktır

(özellikle de başarıyı alışılmış ve yavan standartlar üzerinden

tanımlıyorsak) . Çocuklarımızın tüm yaşamları boyunca token

(not, para, onay) toplayan değil de, esinleyen ve etkileyen bireyler

olmasını istemez miyiz? Kişisel çıkarları yerine çoğunluğu

düşünmeleri daha makbul değil midir? Gelenekleri farklı bir bakış

açısıyla değerlendirmeleri ve saçma, baskıcı veya kendi amacına

zarar veren unsurları sorgulamaları bizi memnun etmez

mi? Her daim yapılagelmiş olanı sırf her daim yapılageldiği için

sürdürmelerini mi istiyoruz?

Bu iddialı hedeflerin üç bileşeni vardır. Birincisi, çocukların

sevme, umursama ve duyarlılık gösterme eğilimini güçlendirmek ve

“toplum yanlısı” (prosocial) bir yönelim geliştirmektir. İkincisi,

özgüvenlerini ve fikirlerini ortaya koyma eğilimlerini desteklemektir.

Üçüncüsü, kuşkuculuğun ve her şeye uymaktan kaçınmanın

değerini anlamalarını sağlamaktır.

* * * *

Keşfetmeye, fikirlerini savunmaya, bazen hatalar yapabildiklerini kabul etmeye

ve otoriteyi sorgulamaya daha yatkın olurlar. Alışılmadık

yanıt ve tepkilerini gerçekten memnuniyetle karşıladığımızı açık

biçimde ortaya koymamız ve söylediklerimize kafa tuttukları

zaman savunmaya geçmekten kaçınmamız gereklidir. Aslına

bakarsanız, karşı savlarını (onlara katılmasak bile) nasıl olabildiğince

ikna edici şekilde savunacakları konusunda da çocuklara

yardım etmeliyiz. Amacımız bir tartışmayı kazanmak değil,

çocukların kendi başına düşünmesini (ve bunu gittikçe daha da

becerikli biçimde yapmasını) sağlamaktır. Özetle şunu diyebiliriz ki, çocuklar karar vermeyi ancak karar

vererek öğrenebilirler, talimat izleyerek değil. Eğer dünyayı

daha iyi bir yer yapmak için sorumluluk almalarını istiyorsak, o

zaman onlara sorumluluk vermemiz gereklidir. Bu da kontrolü

(ister pervasızca ister de nazikçe uyguluyor olalım) biraz azaltmak

gerektiği anlamına gelir. (Nazikçe kontrol uygulamanın

örneği bizi memnun eden çocuğu övmektir, bu da özgüvensizlik

ve otorite konumundaki kişiye bağımlılık yaratır. Ne kadar

övgü kullanırsak çocuk da övülmeye o kadar gereksinim duymaya

başlar.) Bu ebeveynlik yaklaşımıyla, başkalarıyla ilişkilerimizin

saygı ve işbirliği temelinde ilerleyebileceğini gösteririz.

Bizi otoriteyi sorgularken ve inandığımız bir ülküyü savunurken

görmeleri de çok etkili bir örnek teşkil edecektir.

* * * *